HERKES KENDİ İNCİR AĞACINI DİKER

Paylaş

  • İncir ağaçlarının hikâyesini bilir misiniz? Yuvarlak çehresinde tatlı bir gülümsemesi, beyaz sakalları, kocaman gözleri, haddinden fazla kesilmiş biçimsiz tırnakları ve keskin beyaz sabun kokusu kadar net hatırlamasam da dedem anlatmıştı incir ağaçlarının hikâyesini bana sanırım…

Çay tarlalarının içinde küçük dışı boyanmamış taş ev, hemen dibinde mısır ve armut ağaçları
vardı. Küçük avlusunda sürekli damlayan ve tamir olmadığı için mermerde oyuk oluşturan bir çeşmesi
vardı. Abdest alırken elimde yıkanmaktan hafif solmuş bir havlu ile üzerinde süt kahvesi gömleği, aynı
renk keten pantolonuna gözlerimi dikmiş onu izliyordum. Gülümseyerek ‘’ee ver bi zahmet havluyu’’
dedi. Havluyu uzattım. Hiç acele etmezdi. Hep yavaş hareket ederdi. Bir sözü söylemeden önce
muhakkak düşünürdü. Zaten en kaba sözcüğü ‘’eşşek herif’ olan bir adamdı. Ablalarım Rize merkezde
bulunan meşhur Ziraat Çay Bahçesine gitmişti. Ben onların gözünde sayın ayak bağı olduğum için
götürülmemiştim. Tepkimi yerli yersiz bana söylenen her şeye karşı üfleyerek veriyordum. Dedem bu
durumunun farkında olduğu için abdest havlusunu bana tutturmuştu. Sanki yeterince az yeşil
görüyormuşuz gibi seçtiği o yeşil sandalyesine oturdu. Karşısındaki sandalyeye elini koyarak hiç
konuşmadan oturmamı işaret etti. Üzerimdeki öfke ve yılgınlıkla sertçe sandalyeye yerleştim. Ananem
bizden daha alçak bir iskemlede oturmuş bahçeden topladığı mısırların püsküllerini kopartıyordu.
Dedem elini önümüzdeki ağaca uzatarak ‘’bu ne ağacı’’ dedi. Omuzları silkip armut ağacı deyiverdim.
Arkamızda ve bizden az uzak mesafede ağacı parmakla göstererek ‘’peki bu’’ dedi. Gözlerimi devirdim
sadece.

‘’ İncir ağacı. O ağaç incir ağacı’’ dedi. Cebinden siyaha çalan renkli parlak bir tesbih çıkardı.
Çekmeye başladı. ‘’ Erkek İncir ağaçları çok az meyve verir ya da vermez ama dişi incir ağaçları öyle mi
nasıl meyve verir biliyor musun? Ananenin yaptığı reçeller hep o ağaçlardan…’’ Konu hala dikkatimi
çekmiyordu sandaletimden çıkan ayak parmaklarıma bakıyordum dedem umursamadan anlatmaya
devam ediyordu. ‘’ yine de biliyor musun bu erkek incir ağaçlarına ihtiyaç var, dişi incirler meyve versin
diye. Birbirlerine muhtaçlar. Peki, neden bu armut ağacını evin dibine bu incir ağacı uzağa dikilmiş
biliyor musun?’’ konu hala dikkatimi cezbetmiyordu. ’’Çünkü incir ağaçlarının kökleri çok geniştir.
Derine iner kök saldığı bölgeye suyun geçişine bile neredeyse izin vermez. Hatta yakınında bulunan evin
temeline zarar verir. O yüzden uzakta dikmişler onu zaten ocağa incir ağacı dikmek lafı buradan gelir
dedi…

Yaşımın getirdiği bir durum olsa gerek dedemin bu hikâyeyi neden anlattığını anlamamıştım.
Sanırım günlüğüme hain ablam ve kuzenlerimin ihaneti olarak geçen o günü şuan yaşımdan ötürü
ancak anlamlandırabildim. Etrafınıza bakın toplum gittikçe kutuplaştı, birbirine bağırmak, öfke kusmak
isteyen insanlarla doldu. Kimse kimseye günaydın, kolay gelsin, iyi günler demiyor. Denildiğinde ise
surat ekşitilip cevap alamıyor. Çünkü insana incir ağacı olduğunun farkında değil. İnsanın kadın-erkek,
yaşlı-genç, anne-baba, karı-koca, çocuk-evlat tüm rollerde birbirini tamamlayan bir incir ağacı herkesin
birbirine muhtaç. Ama insanoğluna modern dünya avaz avaz sen teksin, bireysin, güçlüsün. Her şeyi
tek başına halledersin deyip duruyor. Hiç kimse hiç kimseye sen incir ağacısın. Tek başına kalırsan
köklerin çok derin yıkılır, yok olursun. Yapma demiyor. Bir benlik içinde yok oluşa doğru sürükleniyoruz.
İçimizde zincirleme bir öfke var. Hani anlatılır ya patron-çalışana, çalışan-çalışmayana, o da evdeki
çocuğa bağırır. Artık bu öfke toplumun her yerine sirayet etti. Sokaktaki kediyi sevmiyoruz. Yanlışlıkla
zile basan kargocuya gıcığız. Bakkalı zaten sevmiyoruz. Memuru sevmiyoruz devlette işi garanti.
Tüccara selam vermiyoruz keyfi yerinde. Yaşlıları sevmiyoruz sürekli gelmediğimiz için şikâyet ediyor.
Kimse kalmıyor konuşacak, duygularımızı düşüncelerimizi paylaşacak. Bu halde bulunan yetişkinler
nasıl bir toplum yetiştirecek. Gelen her nesile bozuk yaftasını yapıştıran yetişkinler kendilerinin bir incir
ağacı olduğunun farkında bile değiller. Ancak birbirlerini olduğu gibi kabul eder, affeder, severse
güzelleşeceklerini meyve verecekleri gerçeğiyle yüzleşmiyorlar. Sevgisizlikle yüzleşmek büyük cesaret

istiyor. Hepsi korkak diyemem, bazıları bu durumdan bu öfkeden çok memnun. Bazıları ise yaşadığı şeyi
tanımlamaktan uzak. Çaresizce etrafa bakınıyor. Bir çözüm bulmaya çalışıyor. Bazen çok kolay pes
ediyorlar. Bazen savaşıyorlar.


Peki ya savaşmazsak incir ağacı olduğumuzu fark etmezsek ne olur ki? Elleriyle çocuklarını kendi
evlerinin ortalarına dikilen kökleri derine inen bir incir ağacı olduğunun fark edemeyecekler.
Kendilerinden sonra gelen her şeyi büyük bir yıkım ve öfke üzerine inşa ettiğini göremeyecekler.
Sevgisizliği, saygısızlığı, öfkeyi, hoşgörüsüzlüğü nasıl genetik bir miras gibi aktardıkları gerçeğiyle
yüzleşemeyecekler.


El Soru: Şimdi sormak lazım herkes kendi incir ağacını kendi dikiyorsa evinin bahçesin, elimizde
baltalar ile başkasının bahçesindeki inciri kesmeye neden koşuyoruz niye?

Devamındaki Haberler

EN SON HABERLER